Gelecekte olabilecekleri tanımlayarak ve değişik alternatiflerin arasında seçim yaparak çağdaş toplumları oluşturduk. Mikro işlemcilerin yaşam süresinden, sigorta primlerine kadar her şeyin riskini ölçebiliyoruz. Peki, beklenmedik bir olay tüm dijital imparatorluğumuzu yıksaydı sonrasında ne olurdu?
Bir parça metal alaşım ve fosil yakıtları bir araya getirerek ses hızına yakın süratlerde gökyüzünde uçabiliyoruz. Dünyanın herhangi bir noktasını tek bir dokunuşla arayabiliyor ve muhatabımızla görüntülü olarak konuşabiliyoruz. Geliştirdiğimiz otomasyon teknolojileri sayesinde yüzlerce üretim noktasından gelen bilgilerin derlenip raporlar şeklinde önümüze sunulduğu bir ekranda, milyonlarca insanın gelecek üç ay boyunca tüketecekleri belirli bir gıdanın dağıtım ve sevk emrini dakikalar içinde verebiliyoruz…
Netflix’e giriş yaptığınız anda sizi karşılayan içeriklerden ne kadarının olası bir kıyamet senaryosu ve sonrasını içerdiğine şaşırabilirsiniz. Bu sadece Netflix ile sınırlı değil, görsel efekt teknolojilerindeki gelişim ve insanların doğal hayatta kalma arzusunu, geleneksel bir senaryo unsuruna dönüştüren sinema sektörünün son 20 yıldır giderek artan oranda kıyamet sonrası insanlık temasını işlemesi hiç de garip değil. İzlemek pek çokları için keyifli, bazıları içinse saçma.
Büyük Veri’den elde ettiğimiz çıkarımlar bize iki şey söylüyor. Birincisi; insanlık kendi kendini yok etme tehlikesinin kritik eşiğini aşabilirse, nihayetinde tekilliğe uzanan, kaynakların galaksimizden elde edildiği ve bilim kurgu filmlerinde görmeye alışkın olduklarımızın bile ötesinde bir gelecek bizleri bekliyor.
İkincisi; gelecek 20-50 sene içerisinde kutupların eridiği, yüz milyonlarca insanın yaşadığı kıyı şehirlerini yükselen okyanusların bastığı, küresel ısınma ile çölleşen ve doğal kaynakların tükendiği bir dünyada, mülteci akınlarına karşı silahlı mücadelenin başlayarak küresel bir kaosa hızla sürüklendiğimiz küçük bir kıyamet senaryosu bizleri bekliyor.
Muhtemelen doğal koşullar bir şekilde bolluk ve bereket çağı ile yokluk ve felaket tehlikesini dengelemenin yolunu bulacaktır. Peki, hiç beklenmedik bir şekilde teknolojik imkanlardan uzak kalırsak, daha kötüsü bütünüyle bunlardan yoksun kalırsak, ne yapacağız?
John Casti, “Her Şey Bir Gecede Çökebilir” başlıklı kitabında karşılaşabileceğimiz kıyamet senaryolarını oluşturabilecek 11 temel olay belirliyor. X-Olay olarak isimlendirdiği bu olayları şu şekilde listeliyor;
- Dijital Karanlık: internet ve iletişim şebekelerinin çöküşü
- Yiyeceklerin Tükenişi: Küresel gıda zincirinin çöküşü
- Elektronik Cihazların Sonu: Küresel bir EMP dalgasının tüm cihazları bozması
- Yeni Dünya Düzensizliği: Küreselleşmenin çöküşü
- Öldüren Fizik: Egzotik partiküllerin dünyayı yok etmesi
- Havaya Uçuş: Küresel ölçekçe nükleer bir felaket veya savaş
- Boşalan Depo: Küresel petrol rezervlerinin tükenmesi
- Hastalık: Küresel bir virüs salgını
- Karanlık ve Susuzluk: Elektrik ve su kesintisi
- Çıldıran Teknoloji: Yapay zeka ve robotların dünyayı ele geçirmesi
- Büyük Çözülme: Dünya mali piyasalarının çöküşü
Hemen fark edilebileceği gibi listedeki bazı seçeneklerin kısa veya orta vadede gerçekleşmesi pek mümkün görünmüyor. Ancak küresel piyasaların çöküşü ve takip edecek bir ekonomik kriz, küreselleşmenin çöküşü bile şu anda ayak seslerini duyduğumuz gelişmeler. Bu gelişmelerin en kötü durum senaryosunda belirli çatışmalara yol açması, bölgesel elektrik ve su kesintileri ve nihayetinde bir nükleer savaşı tetiklemesi risk tablosunda maalesef görünür alanın içinde kalan seçenekler. Elbette “asla olmaz” dememek lazım, diğer seçenekler ve listede yer almayan bir uzaylı istilası 🙂 veya bir asteroidin dünyaya çarpması da risk tablosunda kendilerine bir yer buluyor.
Sorulması gereken soru dünyanın içine gireceği küresel bir yıkımın nasıl olacağı değil, bu gerçekleştiğinde ne yapacağımız?
Sabah kalktınız, kendinizi kıyamet sonrası bir senaryoda buldunuz ve şehirlerden kaçarak kırsal bir bölgeye ulaşmayı başardınız. Toprak ve suya sahipsiniz. Başınızı sokacak bir mağara veya bir kulübeniz var. Peki, paketlenmiş hazır tohumlarınız, kimyasal gübre ve tarımsal ilaçlar olmadan kendi ürünlerinizi yetiştirebilir misiniz? Tavuklarınız hastalanınca onları tedavi edebilir misiniz? Buğdayınızı yetiştirseniz bile hasat etmeyi, öğütmeyi becerebilir misiniz? Barındığınız mekana bir ocak ve baca inşa etmek isteseniz Youtube videoları olmadan bunu nasıl başaracaksınız? Oysa kırsal alanda kendine çamurdan medeniyet kuran adam videolarında ve Discovery Channel’da yayınlanan Bear Grylls ile “İnanılmaz Kurtuluş” serisinde her şeyi yoluna koymanın bir yolu vardı, değil mi?
İnternet sayesinde bilgiye erişmek çok kolaylaştı. O kadar kolaylaştı ki o bilginin kaybolma ihtimalini hiç düşünmüyoruz. Aslında bunu çoktan deneyimledik bile; Wikipedia yasaklandı ve biz küresel ansiklopediden mahrum kaldık. Ama alternatif yollarımız hep vardı. Bilgimizin dijitalleşmesi, olası bir kötü durum senaryosunda deneyimin hafızalarda mahsur kalması ve yeni nesillere aktarılması problemini doğuracak. Endüstriyel üretim sona erdiğinde bir kalem ve kağıt bile üretecek bilgiden yoksun kalacağız. Maalesef filmlerdeki gibi gruplar oluşturmak, yağmacılara karşı direnmek ve mutlu sona ulaşmak düşünülenden çok daha zor, hatta imkansız olacak.
Mevcut bölgesel sorunların sebep olduğu mülteci akınları bile başta Türkiye olmak üzere dünyanın önemli bir problemi haline gelmişken kıyametvari bir senaryoda dünyanın içine düşeceği durum, şu anda hiçbir film ve dizinin gerçekleri yansıtamadığı kadar kötü olabilir. İnsanlığın kendisini tekrar mevcut medeniyet seviyesine ulaştırması ise yüzlerce yıl sürebilir.
Şüphesiz ki bir kıyamet senaryosunu ve sonrasını düşünerek planlamak yerine öncesinde insanlığın onuruna yakışır bir medeniyet geliştirmeli ve kendimizi dijital dünyanın nimetlerine bu denli çok kaptırmadan, geleneksel yöntemleri kültürlerin bir parçası olarak yaşatmaya devam etmeliyiz. Başarabilecek miyiz?
Bu yazı Digital Age Dergisinin Temmuz/Ağustos 2019 sayısı için kaleme alınmıştır.