Bilimden Fikirlere “Tekillik”

İnsanlar fikirlerine bağlıdır ve onları kolay kolay değiştirmek istemezler. Ancak bunu başarabilenler insanlığı bir adım ötesine taşıyabilir. Zamansızlığın eşiğinde bizi sonsuzluğa taşıyacak olansa işte bu adımlardır.

Milattan önce 600’lü yıllarda, Anadolu’nun batısında, Ege bölgesinde Büyük Menderes Nehrinin hemen ağzına yakın deniz kıyısında bir antik liman şehri olan Milet’te tarihin gelmiş geçmiş en önemli fikir insanlarından biri yaşıyordu; Anaksimandros. Bilim tarihinde insanlara dünyayı farklı şekillerde okuyabileceğimizi gösteren ve bunu herkese telkin eden bir başarıya imza atmıştı. Dünyanın düz bir satha yayılmış, yukarıda gök ve altında yer olduğu kabulünün ötesine geçerek onun bir çakıl taşı gibi olduğunu iddia etmişti. Arz artık dünyanın üstünde değildi: altı da dahil olmak üzere her yeri çevreliyordu.

Bugün okula başlamamış çocukların dahi bildiği bir gerçeği keşfetmek için Anaksimandros’ un elinde ne vardı? Sadece fikirler ve onları yoğurduğu düşünce dünyası. Eğer bir evin arkasına doğru yürürseniz gözden kaybolduğunuz yönün aksi taraftan ortaya çıkarsınız. Bunun için evin arkasından dolaşmanız gerekir. Sonuç gayet basittir; evin arkası da önü gibi boştur. Anaksimandros da bunu yapmıştı; eğer güneş, ay ve yıldızlar eğer bir yönden doğup diğerinden batıyorsa demek ki dünyanın arkasından dolanıyordu.

Anaksimandros’tan sadece bir asır sonra Aristoteles dünyanın uzayda yüzen bir küre olduğunu keşfetti ve bu fikri destekleyen pek çok ikna edici argüman listeledi.

Uzayın yapısını ve içindeki nesneleri anlamak için yaklaşık 1.000 yıl beklememiz gerekti. Nihayet Newton uzayın bir “varlık” değil bir “ilişki” yapısı olduğunu iddia ederek F=ma ile başlayan denklemlerini yayımladı. İnsanlık bir kere daha düşünce dünyasında devrimsel bir adım atmıştı. Newton sayesinde bugün köprüler ve yüksek binalar inşa edebiliyor, uçaklarımızın kıtaları aşmasını sağlayabiliyor ve uzaya roketler gönderebiliyoruz.

20. yüzyılın şafağında, 1905 yılında Einstein henüz 26 yaşındayken düşünce yapımızı bir kez daha sarstı ve uzayın maddeler arasında bir ilişki ağı olmadığını kendi başına bir alan olduğunu ispatladı. Rölativite teorisini bugün bile anlamak oldukça güç ancak küresel pozisyonlama sistemleri olan GPS’ler bu teorinin bizlere verdiği bilgiler sayesinde kusursuz çalışabiliyor.

Çağımızın en önemli kuramsal fizikçileri arasında yer alan ve Kuantum Çekim Döngüsü (Loop Quantum Gravity) teorisinin fikir babalarından Carlo Rovelli bilimin tarihsel ve felsefi gelişimi için şöyle bir tespit yapar;

Düşüncelerimize mahpusuz. Tanımı icabı, kendi düşüncelerimizden dışarıya çıkmamız imkânsız. Kendi düşüncelerimize dışardan bakamayız ve onları değiştiremeyiz. Nerede yanıldığımızı keşfetmek için hatalarımızın “içerisinden” çalışmak durumundayız.

Ünlü matematikçi ve bilgisayar biliminin babalarından kabul edilen John von Neumann 1955 yılında kaleme aldığı bir makalesinde ilk kez “Teknolojik Tekillik” (Technological Singularity) kavramını kullandı. Neumann’a göre teknolojideki gelişimin hızı üssel bir şekilde artıyor ve bir noktadan sonra bu hız insanoğlunun yetişebileceği noktanın ötesine geçerek insanlığı devre dışı bırakacak. Günümüzde ise farklı tanımlar yapılmakla birlikte kendisinden daha üstün bir yapay zekâ geliştirebilen bir yapay zekâ uygulamasını tekilliğe açılan kapı olduğunu kabul ediyoruz.

İlk anda kulağımıza oldukça sıra dışı gelen bu fikir matematiksel olarak tümevarım yöntemi ile gözlerimizin önünde duruyor. Son yüz yılda gerçekleşen teknolojik yeniliklerin tamamı, geride kalan 1.000 yılda gerçekleşenlerin toplamından fazla. Son 20 yılda ise son 100 yıldan daha fazla gelişmeyi hayatımıza kattık. Muhtemelen gelecek beş sene içinde son 20 yıldan daha fazla gelişmeye şahit olacağız. Her geçen gün şahit olduğumuz kanser aşısı, Alzheimer tedavisi gibi deneysel süreçlerin gelecek birkaç on yıllık dönem içinde erişilebilir uygulamalara dönüşmesi yüksek olasılıklar.

İçinde bulunduğumuz dönemin en tanınmış kuramsal fizikçilerinden ve Sicim Teorisini (String Theory) fikir balarından Michio Kaku’ya göre yapay zekâ ve makinelerin insanlardan daha doğru kararlar verebileceği bir dönem gelecek. Bu dönem geldiğinde türümüzün yok olmaması için “makineler bizi kontrol etmeden biz makinelerle bütünleşmeliyiz” diyor Kaku. Elon Musk’ın Neurolink projesi ve dünya üzerindeki farklı araştırmalar bu yöndeki çabaların bir kısmını oluşturuyor. Tam olarak sinema sektörü ve bilim kurgu yazarlarının nabzını yükseltecek düşünceler artık bilimsel gerçekler olarak karşımıza çıkıyor. Vernor Vinge, Charles Stross, Savid Marusek gibi yazarların romanları ve Hollywood bu konuyu defalarca ele almaktan büyük keyif duyuyor. Asimov’un üç robot kuralına bugün Avrupa Birliği ve OECD gibi yapılardan gelen “Yapay Zekâ Etik Kuralları ve Sınırlamaları” gibi öneriler artık eşlik ediyor. Ünlü bir atasözümüzün dediği gibi “Ateş olmayan yerden duman çıkmaz” misali insanlık kendi elleriyle doğrudan veya dolaylı olarak türünü yok etme veya yeniden tanımlamaya hızla ilerliyor.

Faydaları ve tehditleri ile tekilliğe giden bu yolda geleneksel düşünce tarzımız, sahip olduğumuz bilgilerimiz ile onları içerden şekillendirmeye çalıştığımız bir kısır döngü içerisinde ilerliyor. Tekilliği bir nimet veya tehdit olarak gören fikirler aynı zamanda temel olarak ihtiyaç duymadığımız tüketim kültürünün insanı kapitalizm ve materyalizmin maaşlı bir kölesi haline getirdiğini de ifade ediyor.

Muhtemelen tekillik bugünden yarına insanlığı yok edecek bir sonuç değil; kas gücüne ihtiyaç kalmayan bir robotik devrimin ve zihin gücüne gerek bırakmayan makine öğrenmesi ve yapay zekâ uygulamalarının sürekli geliştiği bir süreç olacak. Ordulara ve vergi toplayacak halklara ihtiyaç kalmadığında, üretim ve gelişim makinelere devredildiğinde, otonom bir refahın işletilebildiği demonatize[*] bir dünyada, bu güçleri kontrol edenler dışında kalanların bir parazit olmamak dışında şansı kalacak mı?

Şüphesiz ki bunları ne ilk ne de son düşünen bizler değiliz. Bir Rönesans tablosuna bakarken, bir Sufi’nin neyine üflediği nefesten çıkan ahengi dinlerken, aşkımızı ifade etmek için kelimelerin yetersiz kaldığını hissederken, insan olmanın eşsiz lezzetini tadarız. Tekilliğin kaçınılmaz evrimsel gücüne karşı insanlığımıza güvenmek zorundayız. Bu güven üzerine kuracağımız yeni fikirler ile algılarımızı ve anlayışımızı yeniden şekillendirmek ve düşüncelerimizi yeniden inşa etmeye mecburuz. Bilimi ve teknolojiyi anlamak için onları değil önce kendimizi okumamız gerektiğini fark etmeliyiz. Binlerce yıldır bunu başardık ve başarmaya da devam edeceğiz.

[*] Parasızlaştırılmış

*2019 yılında NETAŞ’ın kurumsal dergisi için kaleme alınmıştır.

Bir yanıt yazın