Güncel gelişmelerin bende harekete geçirdiği farklı fikirler üzerine, tarih boyunca tartışılagelmiş bir konuya dair, farklı zamanlarda aldığım notlarımdan derlediğim bir karalama yazısı…
Platon, Devlet (Politeia) adlı kitabında, demokrasiyi yozlaşmaya açık bir yönetim biçimi olarak görür. Ona göre demokrasi, halkın çoğunluğunun yönetimi olduğu için, genellikle duygulara hitap eden popülist liderlerin iş başına gelmesine neden olur.
Alexis de Tocqueville, Amerika’da Demokrasi Üzerine (Democracy in America) adlı kitabında, demokrasinin çoğunluğun tiranlığına dönüşme riskine dikkat çeker. Eğitim seviyesi düşük halklar, genellikle kompleks siyasi meseleleri anlamakta zorlanır ve basit, duygusal söylemlere kapılabilir.
John Stuart Mill, Temsili Yönetim Üzerine Düşünceler (On Representative Government) adlı kitabında, eğitimin demokrasinin işlemesi için elzem olduğunu vurgular. Halk sistematik olarak eğitimsiz bırakılırsa, seçimler sağlıklı bir temele dayanmaz ve demokrasi, otoriterliğin kapısını aralayabilir.
Günümüzde, popülizm ve “gerçek ötesi” (post-truth) kavramları açısından da konuya bakmak gerekiyor.
Popülizm, halkın duygusal yönelimlerine hitap eden liderlerin yükselişine olanak tanır. Popülist liderler, karmaşık sorunları basit çözümlerle ele alır ve halkı kutuplaştırarak iktidarlarını güçlendirir. Bu durum, halkın mantıksal seçimler yapmak yerine, hamaset kültürüne dayalı bir siyasi kültüre teslim olmasına yol açar.
Post-truth çağında, halkın eğitimsiz bırakılması ve bilgiye erişiminin sınırlanması, kitlelerin manipülasyona açık hâle gelmesini kolaylaştırır.
Siyaset bilimci Yascha Mounk, Demokrasinin Halkla İmtihanı (The People vs. Democracy) adlı kitabında, demokrasi ile halk egemenliği arasındaki bağın eğitim eksikliği ve popülizmle zayıfladığını savunur.
İtalyan Marksist düşünür Antonio Gramsci, yeniden kavramsallaştırdığı “Hegemonya” tanımıyla egemen sınıfın sistematik şekilde halkı eğitimsiz bırakması sayesinde, halkın rızasını manipüle ederek kendi çıkarlarına uygun bir düzen kurduğunu ifade eder.
Hannah Arendt, Totalitarizmin Kaynakları (The Origins of Totalitarianism) adlı kitabında (Türkçe çevirisi üç ana konuda seri olarak basıldı), halkın eğitimsiz bırakılmasının, kitlelerin manipülasyona açık olmasını nasıl artırdığını tartışır. Ona göre, bireyler eleştirel düşünceden mahrum kaldığında, demokrasi, totaliter liderlerin kolayca kullanabileceği bir araç hâline gelir.
Demokrasiye cahillere bırakmayalım, biz ele alalım!
Demokrasinin yukarıda bahsi geçen yaklaşımlar çerçevesinde sonuçlar doğurduğu bir ortamda, mevcut sisteme otoriter bir müdahalenin kabul edilmesi de mümkün değildir. Yani eğitimli, konuyu tahlil etme yeteneğine sahip bir grubun toplumun geneli adına öznel karar alması ve tedrici tedbirler uygulaması çatışma ve savaş gibi sonuçlar doğurabilir. İstismar edilen demokratik bir akışın, benzer bir yaklaşımla düzene sokma iddiasının kaynağının meşru bir zemine dayanıp dayanmadığını ispatlamak mümkün değildir.
Diğer yandan nitelikli eğitim seviyesine sahip sınıfların tarih boyunca sermaye odakları oluşturması, bu sermaye gücü ile sahip oldukları ve çocuklarına aktardıkları eğitimi, eğitimin ayrıcalığını kendi sınıflarına özel şekilde sınırlandırıp toplumun geri kalanını istismar ettiği pek çok örnek vardır.
İşte bu sebeple demokrasinin ideal tanımındaki şekliyle verimli sonuçlar doğuracağı bir yönde hareket etmesi her açıdan sorunlu bir konudur. Bu problemi teorik çözüm yolu; toplumun geneline eşit seviyede ve sorgulamayı öğreten bir eğitim sunabilmekten geçer. Maalesef tarihte bunun ortaya çıkış şeklinin sancılı olduğunu görüyoruz. Genellikle yozlaşmanın tüm toplumu kitlesel bir yok oluş noktasına taşıdığı bir eksende, toplumdaki önemli kırılım dönemlerinden sonra bu çözümü tesis etmek mümkün olabilmiş. Üstelik pek çok medeniyet bunu başaramayıp bütünüyle tarihte kaybolmuştur.
Bu derlemelerim ve tespitlerim özneldir, bir hedef ve ayrımcılık amaçlamamaktadır.
Kendime ve çevreme tavsiyem her şeyden önce soru sorma kültürünü kazanmak için kendimizi zorlamak olacaktır. Soru sorarak kendimizi eğitmeye devam ederken bu kültürü ailemizden başlayarak çevremize aktarmanın çabası içinde olmalıyız. Meşru zeminden ayrılmamak ve yukarıda bahsi geçen iktidar sınıflarından birisine dönüşmemek için sürekli gayret içinde olmalıyız zira eğitim tek başına bunu engelleyemiyor. Herkes kendi kapısının önünü süpürür, komşusu süpürmediyse oraya da ufaktan arada el atarsa, tümevarım yaklaşımı ile toplumun ideal olgunluğa ulaşması umulur. Ancak herkesin kötü olduğu bir toplumda iyi kalmak da hiç kolay değil zira kötülük en bulaşıcı hastalıktır.
Kendime dip notlar;
– Herkes için eşitlikçi eğitim veya eğitimde fırsat eşitliği maalesef pratikte çok mümkün olmuyor. Belki yapay zeka burada bir rol üstlenebilir.
– Çözüm için mevcut medeniyetin çökmesini beklemek anlamı çıkartılmamalı. Reformlar öncesinde gerçekleştirilebilir.
– Kötülüğün bulaşıcı olması, iyi kalmanın bireysel çabayla sınırlı olduğu anlamına gelmemeli. İyi kalmak bir tercih iken, iyi kalmaya (kurallara uymaya) zorlayıcı düzenlemeler kaçınılmaz.
– Eleştirel düşünce kişinin sadece kendisiyle alakalı değil. Kontrol altındaki bir medya, bilgiye erişimin zorlaştırılması bunu imkansız hale getirebilir.
– Bireyler basit (kümesteki tavuk örneğini veriyorum) bir hayat yaşamayı tercih edebilir. İmkanı olsa bile mevcut durumu kabullenmiş olabilir.
– Platon’dan bu yana tartışılan konuları ben mi çözeceğim? Oku, not al, yaz, soranla sohbet et, tartışmaya girme, kimseyi ikna etmeye çalışma.